Cehenneme Hoş Geldiniz
Özellikle benim açımdan çok yoğun, yorucu ve stresli geçen
bahar ve haziran ayından sonra böyle bir gezi çok gerekliydi.
Covid ve Ukrayna Rusya savaşı derken 2 senedir sakin giden
işler öyle bir patladı ki, nisan ayından haziranın sonuna nasıl geldiğimizi
anlamamıştım.
Kındıra ekibi yine sözleştik. Bu sefer hedefimiz Kırklareli
Kızılağaç köyü yakınındaki Cehennem Şelaleleri.
Hazırlıklarımızı hem yerleşik kamp hem de yürüyüşe göre
yaptık. Basit bir yeme içme planı hazırladık. Araba ile uygun bir yer
bulabilirsek araba yakınında masalı sandalyeli bir kamp, ya da yürüyüş yapıp
arabadan uzakta bir yerde daha basit bir kamp yaparız diye düşündük.
Cuma gecesi Ulvi gelemeyeceğini söyleyince ekip 3 kişiye
düşmüş oldu. Burak, Gökhan ve ben.
Cumartesi sabahı gelip beni aldılar. Daha önce Ulvi ve
Atilla ile dönüş için kullandığımız eski Kırklareli yolunu kullanmaya karar
verdik. İstanbul Havalimanı yoluna girip, havalimanı ve otoban bağlantılarını
geçtikten sonra yola girdik. Geliş gidiş sakin bir yol, etrafı ağaçlık, çoğu
ormanlar içinden geçiyor. Ayrıca bu yol üzerinde bir at çiftliği de var. Geçen
sefer önünden geçerken görmüştüm, giderken yerini belirledik ve dönüşte
uğramaya karar verdik.
Küçük kasaba ve köylerden geçip Vize üzerinden Saray
ilçesine gelip burada alışveriş yaptık. Öğleye doğru hedeflediğimiz Kızılağaç
köyüne vardık. Sonrasında Cehennem Şelaleleri denen bölgeye geldik.
Aklımızda bu bölgede kamp yapmak vardı. Önce şelalenin daha doğrusu çağlayanın olduğu vadiye vardık. Yaklaşık 60-70 metre derinliğindeki vadiye oldukça dik bir patikadan yürüyerek indik. Sonra dereyi ileri geri takip ederek şelale ya da çağlayana vardık.
Etrafında bol bol gezip fotoğraf çektik ama kamp yapılacak
bir alan kestiremedik. Sağı solu dik yamaç olan bir vadi olduğu için hem alan
kısıtlı hem de gelen giden oluyor diye içimize pek sinmedi doğrusu.
Oradan çıkıp etraftaki başka düzlükleri ve dere kenarlarını
dolaşmaya başladık. Çok da güzel yerler gördük ama yine içimize sinmedi.
Sonunda Gökhan’la daha önce gittiğimiz “Bu da Bizim Free Solo” hikayesinde bahsettiğim çağlayanın olduğu dere kenarı ağaç altı düzlüklere gitmeye karar verdik.
Mekana ulaşınca arabayı bırakıp daha önce sadece hamak ve
tenteler ile kamp yaptığımız alanı aramaya başladık. Bir aşağı bir yukarı
neredeyse 1 saat yürüdük bir türlü aynı yeri bulamadık. Sonunda yeri kestirdik
ama ağaçlar yoktu, yerdeki köklere bakıp, hamakları bağladığımız ağaçların
artık yerinde olmadığına karar verdik. Bu arada etrafta başkaları da var. Biz
gidip geldikçe orası mıydı burası mıydı diye konuştukça meraklandılar. Sonunda
biri yanıma gelip hayırdır abi bir şey mi kaybettiniz demek zorunda kaldı. Ona
durumu kısaca özetleyip kendimize göre bir kamp yeri aramak için yine aynı
yerde bir aşağı bir yukarı yürümeye başladık. Toprak yolda başka insanlarla 4-5
kere karşılaşınca onlar da hayırdır diye sormadan edemediler. Onlara da
açıklama yapıp sonunda ortasında daha önce uzun ağaç dallarından yapılmış
kulübemsi iskelet olan bir yeri beğenip onun yakınına yerleşmeye karar verdik.
Bu yapı son dönemde Youtube ve Instagram’da bolca paylaşılan bir yapı şekli. 2-3
metre uzunluğunda, yaklaşık 5-6 cm çaplı dalların bir uzunu torağa saplayıp
uçlarını Kızılderili çadırı gibi birleştirip etrafını da şeffaf streç film ile
sarıyorsunuz. Böylece hem sıcak kalan hem su geçirmez ama içi görünen bir yapı
elde ediyorsunuz. Gerçi bizim gördüğümüzü yapmaya çalışanlar büyük ihtimal
becerememişler, öylece de bırakıp gitmişler. Hala dalların etrafında bir miktar
streç film duruyordu.
Neyse, hemen masamızı sandalyemizi kurup, ocağımızı hazırladık. Su kaynatmak üzere çaydanlığımızı ocağa koyup, atıştırmalıklarımızı çıkarttık.
Ama o da ne? Muazzam bir sivrisinek taarruzu başladı.
Aslında baştan beri vardı ama harekesiz durunca önce 3-5 sonra 30-40 sonra da
belki 200 tane sivrisinek üzerimizi sardı. Paldır küldür bir şeyler atıştırıp
birer fincan kahve içip toplandığımız gibi kaçtık oradan. Kaçtık da nereye
gideceğimizi bilemedik.
Sergen köyüne dönüp sivrisinek için kovucu alalım belki o
zaman kalabiliriz diye düşündük. Köye gidip kalan son sivrisinek kovucu spreyi
alıp geri dönecektik ama köyün yerlileri bize birkaç yer önerdi. Sergen Barajı
civarına gidin dediler. Baraja gittik ama hiç de beğenmedik. Zaten genelde
baraj gölü kenarları dik ve yamaçlı oluyor ve etrafında kampa uygun fazla yer
olmuyor.
Köye gidip gelirken yol üzerinde ağaçların kenarında bir
çeşme ve piknik masası görmüştük. O masanın 50 metre yanında da ormana bitişik
çok güzel bir çimenlik vardı.
En iyisi oraya yerleşmek dedik. Zaten artık hava da yavaş
yavaş kararmaya başladığı için bir an önce yerimizi bulmamız gerekiyordu.
Yerimizi bulduk, çimenliğe çadırı kurduk, hemen bitişiğinden
küçük bir dere vardı ayrıca orman içinde bolca da odun… Daha ne olsun. Hızlıca
çadırları kurup yerleştik.
Aslında çok da hızlı olmadı çünkü Gökhan ve ben çadır yerine tente ve yürüyüş çubukları ile barınak yapmaya karar vermiştik. O yüzden de kurulum deneme yanılma ile biraz zaman aldı.
Sonrasında yemeklerimizi yedik ve benim sürpriz getirdiğim
viski eşliğinde sohbete başladık. Öyle bir sohbet oldu ki, hava aydınlanmaya
başladığında hala sohbetimiz devam ediyordu.
O kadar yürüyüşe iniş çıkışa tırmanmaya ve yorgunluğa rağmen konuştukça konuştuk. Bir şişe 100 lük viskiyi bitirdik ama yetmedi. Artık güneş doğmak üzereyken yatmaya karar verdik. Birkaç saat sonra güneş yükselip de çadırı iyice ısıtınca mecburen kalktık.
Malzemeler çiğden sırılsıklam olduğu için hepsini çalıların
üzerine serip, onlar kururken çeşmenin yanındaki piknik masasında kahvaltımızı
ettik.
Sonrasında da toparlanıp yola çıktık. Aynı yönden dönüşe
geçtik. Köyden atıştırmalık ve içecek
bir şeyler aldık. Hem yedik hem içtik hem de sohbet ede ede (hala konuşacak çok
şey vardı) geldiğimiz gibi eski Kırklareli yolu üzerinden dönüş yoluna geçtik.
Yol üzerinde Kanara Kanyonu’na uğradık. Daha önce birkaç kez
önüme çıkmıştı burası. Çeşitli web sayfalarında bahsediliyordu. Hazır yakınındayken
dönüş yolunda uğrayalım dedik.
Ulaşımı son derece kolay. Kanyon derken aslında daha çok düz
bir duvar, dibinde akan ufacık çayın oluşturduğu bir gölet var. göletin içi manda doluydu. O çay küçük
bir kanal da açmış. Kanalın üst tarafında sanki özellikle dikilmiş gibi duran bir
sıra ağaç var. Gelenler yan yana o ağaçların arasına yerleşmişler. Kimisi kampçı
kimisi piknikçi. Kaya duvarın bir yanından başlayan işaretlenmiş bir yürüyüş
parkuru var. Bu parkuru bir süre takip edip sonrasında da geri döndük.
İleride bir gün belki ziyaret edilebilir. Sonbahar ya da kış
aylarında güneşli ve yağışsız bir hafta sonu, kampçı, özellikle piknikçiler
yokken basit bir kamp için değerlendirilebilir. Özellikle işaretlenmiş yürüyüş
parkurunu tamamlamak eğlenceli olabilir. Tahminim tepenin üzerine çıkıp, oradan
dönerek diğer yandan aşağı iniyor. Ya da başka bir yere gidiyor, kim bilir?
Burada yaklaşık bir saat geçirip tekrar arabaya bindik ve
dönüş yoluna devam ettik.
Gelirken yerini belirlediğimiz at çiftliği Çatalca’ya yakın “Köyüm At Çiftliği” isimli yere uğradık. Atları sevdik, bakıcıları ile sohbet ettik. Bahçesi çok güzel. Aynı zamanda restoran. Hem açık hem kapalı alanı var. Kahvaltı ve yemek servisleri var. Aynı zamanda da kafe. Biz de oturup birer kahve içtik. Gökhan ata bindi. Her zamanki gibi baya bir süre düşündü binsem mi binmesem mi diye ama sonunda binmeye ikna oldu. Padokta bir tur attı, hem de atı kendi yönlendirdi. Çoğu zaman olduğu gibi seyis atın yularından tutarak yürütmedi. Tüm sevk ve idare Gökhan’daydı.
Kısa bir tur oldu ama en azından ilk deneme başarılı oldu.
Orada da güzel zaman geçirdik.
Kısa bir yolculuktan sonra hayatın tüm pisliğini üzerimize
çekmek üzere sevgili beton ormanımıza geri döndük.
Haziran 2022
Yorumlar
Yorum Gönder