Bozcaada ve tütsülenmiş Burak

 Yaz ayları her zaman olduğu gibi, iş seyahatleri ve tatil ile geçti. Orman kampları da yapılamıyor, yangın riski nedeniyle.

Bugün yarın derken eylülün sonunu bulduk. Yaza veda gibi olsun diyerek Bozcaada’ya gitmeye karar verdik. Yol uzun olduğu için 2 gece konaklama planladık.

Perşembe gecesi gece yarısından sonra, saat 1:00’de Kağıthane’de buluştuk ve yola çıktık.

Tem otoyolundan Tekirdağ’a vardık. Yol üzerinde gece çorbası için Melih Öge ve Özcanlar’ı kontrol ettik ama her ikisi de kapalıydı. Sürpriz olmadı, çünkü bu yolları çok sık gidip geldiğim için geceleri belli bir saatten sonra her ikisinin de kapalı olacağını tahmin ediyordum.

Ama bir keresinde Tekirdağ Çorbacısında durmuştum. 24 saat açık bir lokanta. Çeşit çeşit çorba servisi var, merkezde, sahil yolu üzerinde. Saat 3:00 gibi oradaydık. Şahane işkembe ve kelle paça çorbalarımızı ve de çaylarımızı içip, yola devam ettik.

Malkara öncesi, otoyola girdik. Çanakkale Köprüsü’nü geçince Shell istasyonunda kahve molası için durduk. Kasadan barkotlu fiş alıp, otomatik makineden kahvelerimizi kendimiz alacaktık. Gökhan ve ben aldık, dışarı çıktık. Kahvelerimizi neredeyse yarıladık ama Burak bir türlü gelmedi. Camdan onun içeride habire kasaya gidip gelişini, makinenin başında bir orayı bir burayı kurcalayışını seyrettik.

Burak, hafta sonunun yıldızı olacağının ilk sinyalleri aslında orada verdi. Makineden kahve almaya çalışırken karton bardağı yerine oturtamamış sonra da kahveyi devirmiş. Gidip yenisini istemiş, bir daha uğraşmış vesaire, vesaire. Sonunda kahvesini almış ama enerjisinin yarısını kaybetmiş olarak yanımıza gelmeyi başardı. Onun iyi arkadaşları ve gönülden destekçileri olarak kendisi ile şakalaşmayı ihmal etmedik… 😊

Molamız, Burak’ın maceraları nedeniyle beklenenden uzun sürdü. Burak da yorgun ve uykusuz olduğu için arabayı Gökhan’ın kullanmasına karar verdik.

Saat 6:30 da Geyikli’ye vardık. Ezine sonrası çok sis vardı, yolda 10 metre ötemizi göremeden iskeleye vardık.  Feribot biletini önceden aldığımız için, aracı biletli araçlar sırasına (en öndeydik) park edip, tuvalet molası verdik. Tuvaletler berbat vaziyetteydi ve kapalıydı ama turnikeden atlayıp, ışıkları yakınca, bizim için açılmış oldu.

İskele kenarındaki çay bahçesinde oturduk. Birer çay içelim derken feribot yolcu almaya başladı.

8:00’de hareket ettik. Adaya geçiş yaklaşık 45 dakika sürdü, o arada ben arka koltukta uyukladım.

Adaya iner inmez kamp mekânı aramaya başladık. Önce akvaryum koyuna gittik. Gazetelere de haber olan, birilerinin tapulu malı olduğu iddia edilen yer… Girişine demir kapılar koymuşlar, alanın bir yanında kavun tarlası var, işçiler çalışıp, hasat yapıyorlardı…

Orada biri ile karşılaştık, durumu anlattı. İsterseniz burada kamp yapabilirsiniz sorun değil ama kapıyı zincirleyip kilitliyoruz. Bir şeye ihtiyacınız olursa gece çıkamazsınız. Beni aramız gerekir ama ben de gelebilir miyim bilemem dedi. Düşüneceğiz dedik ve oradan ayrıldık.

Aslında bu koy yıllar önce Bakırköy Team ekibiyle gelip, bendim de Ege’nin Küçük İncisi yazımda anlattığım koy. O zaman çok güzel zaman geçirmiştik. Koy da çok güzel bir yer. Ancak bu şartlarda orada kalmak da pek istemedik açıkçası. Sağ olsun, orada bize yardımcıyı olmaya çalışan adam 2 tane kavun verdi. Akşam yemeklerimizde keyifle mideye indirdik…

Sonrasında iki koya daha baktık ama oralardan da pek hoşlanmadık. Biri pek kullanışlı değildi, diğeri ise bir karavanın ve bir çadırın olduğu, yola yakın biraz açıklık sahili dar kumlu, düzlüğü sıkıntılı bir yerdi. Ama daha iyisini bulamadığımız için buraya yerleşelim dedik. Çadırlı çift zaten toplanıyordu ve ayrılmak üzereydiler. Onların çadır kurduğu alana yerleşiriz diye düşündük…

Eşyaların bir kısmını indirip, Gökhan’ı orada bıraktık ve Burak ile alışveriş yapmaya gittik. Yanımızda yiyecek bir şey getirmemiştik. Ada ufak, duruma göre ya günlük alışveriş yaparız ya da belki bir restoranda hazır yeriz diye düşündük.

Yol üstünde de birkaç yere daha bakarız diye düşünmüştük. Baktığımız yerlerden biri Habbele koyu idi. Ben koya uzay teleskobundan esinlenip Hubble adını taktım.

Tek kelime ile şahane. Deniz kenarında araçla sıfır ulaşımı olan ve dümdüz toprak bir yer. Kurmayı düşündüğümüz kamp alanı için şahane bir yer. Derhal Gökhan ile görüntülü görüşüp, toplanmasını istedik. 


Alışverişi yaptık, Gökhan’ı aldık, Hubble’a yerleştik.

Benim yeni aldığım XL Decathlon Fresh tenteyi kurduk. İlk kurulum olduğu için neyle karşılaşacağımızı, içinden ne çıkacağını ve kaç çeşit farklı kurulum yapılabileceğini bilmiyorduk.

Biraz uğraştık ama, tenteyi kurduk. Kahvaltımızı ettik.



Gökhan dalışa gitti, hava çok sıcak ve güneşli ama bir yandan da rüzgârlıydı. Ben denize girdim. Burak oturdu.


Akşam yemeği için mangalda yaparız diye köfte almıştık. Gezegenin en berbat köftesi çıktı. Yarısını yemeden attık.  



Tüm geceyi yolda geçirdiğimiz için yorgunduk ama ev yapımı viski içerken uyku iyice bastırdı ve normalden erken yattık. Çok rahat ve neredeyse deliksiz bir uyku çektik.



Sabah dinç bir şekilde nefis bir havaya uyandık. Gökhan dalışa gitti, ben kamp alanını toparlayıp, etrafa göz kulak olayım dedim, Burak ise arabayla kahvaltılık için alışverişe gitti.

Ama bir türlü dönmedi. Bir gün önce yol kenarında bir çeşme görmüştük hem o çeşmeden su alacaktı hem de kahvaltılık alışveriş yapacaktı. Ama sadece bir ana yolu olan küçücük adada kaybolmuş. Bir türlü çeşmeyi bulamamış. Benzinciden su alayım demiş, alamamış. Paralı su doldurma otomatı bulmuş onu kullanırken hata yapmış, oradan da tam dolduramamış. Sonra pes edip dönüş yoluna geçmiş ama bir türlü bizim koya dönen sapağı bulamamış. Türlü badireler atlatıp sonunda kamp yerini bulduğunda iyice meraklanmış hatta telefon da etmiştim.

Sonra Gökhan elinde bir balıkla gelince akşam için yemeğimiz de çıkmış oldu. Burak’ın başından geçenleri dinlerken geç kahvaltımızı yaptık. Onun iyi arkadaşları ve gönülden destekçileri olarak kendisi ile şakalaşmayı ihmal etmedik… 😊



Öğleden sonrası çay kahve ve sohbetle geçecekti ki, su kaynatma ekipmanı tedarikçisi Burak kardeşimizin hem benzinle hem gazla çalışan ocağının önce gazı bitti. Sonra benzin ile yakmaya çalışırken bu sefer de hortum bağlantı noktası sızdırmaya başladı. Elimizdeki ekipmanla bağlantı yapmaya ve sızıntıyı engellemeye çalıştık ama pek işe yaramadı. Burak, ekipmanı tamir etmek için şartları zorlayıp deneme yapmaya başladı.

Ben Burak’a yaptığın şey güvenli mi o zımbırtıya havayı basıp, sızdıran benzin borusunun üzerinde ateş yakıyorsun dedim. Bu sırada “ölmeden önce söylenen son sözler” klişesi yaşandı, “yok bir şey olmaz” dedi. Kısa bir süre sonra hortum parçalandı ve büyük bir alev topu oluştu. Burak bu alev topunun ortasında kaldı. Saçı, kaşları, kirpikleri, kollarındaki tüyler, hepsi yandı. Böylece yazı başlığımız belirlenmiş oldu… Tütsülenmiş Burak. Onun iyi arkadaşları ve gönülden destekçileri olarak kendisi ile şakalaşmayı ihmal etmedik… 😊

Burak kendine çeki düzen vermek ve yaşadığı hayal kırıklığını atlatmak için bir süre saçını başını tarayıp, yanmış tüylerden arındırdı kendini… Sonrasında bitmiş tüp yerine piknik tüpü almak ve akşam yemeği için ufak tefek alışveriş yapmak üzere merkeze gittik. Yolda kolayca çeşmeyi bulduk ama su ihtiyacımız yoktu.  Merkeze vardık, alışveriş yaptık, bir adet piknik tüpü aldık, onu Burak’ın erişemeyeceği bir yere koyduk ve dönüşe geçtik. 😊



Bu arada bana bazı mesajlar geldi, telefonla uğraşırken Burak’ı takip etmedim, yanlış yola saptı ve yine kayboldu 😊. Onun iyi arkadaşları ve gönülden destekçileri olarak kendisi ile şakalaşmayı ihmal etmedik… 😊

Yolu biraz uzattık ama diğer taraftan dolaşıp kamp yerine ulaştık.

Akşama mangalda balık, salata ve bol muhabbet eşleğinde bol ev yapımı viski tüketerek kendimizi uykuya hazırladık. Gökhan bizden daha erken yattı. Ben Burak’ın başını belaya sokmayacağından emin olunca, biz de yattık… 😊




Sabah ben bayağı geç kalktım. Gökhan da sabah dalışını her zaman olduğu gibi iptal etti. Yine bir sürü bahane üretti. Özelikle malzemeleri hakkında.

Burada tarihe bir not düşüyorum. Malzeme yenilemeden bir daha dalış yok. Uzun süre elindeki birçok gereksiz malzemeyi satarak oluşturacağı fona biraz katkı ile daha iyi malzemeler edinebileceğini konuşup durduk.

Bir gün önce zaten kahvaltı için de alışveriş yapmıştık. Saat 10:00 gibi kahvaltımızı edip, toparlanmaya başladık. 12:00’de yola çıktık ve limana vardık ama 13:00 gemisi doluydu.  

14:00’e bir ek sefer koydular. O arada bari alışveriş yapalım dedik.

Gökhan şarap almak istedi. Ben de Bozcaada’nın meşhur kurabiyelerinden almak için Veli Dede’ye gitmek istedim. Alışverişimizi yaptık. Biraz da feribotu beklerken çay bahçesinde yemek için aldık.



Çay bahçesine oturduk, çayları sipariş ettik, Burak ben geliyorum şimdi dedi ve kenarda reçel falan satan tezgâha gitti. Çaylar geldi, kurabiyeler bitti ama Burak gelemedi. Bizden 15 metre ötede yine bir şeyler ile boğuşuyor, biz de sırıtarak onu izliyorduk. Sonunda geldi. Sokak tezgahından kredi kartı ile alışveriş yapmak istemiş ama kredi kartı olmadığı için eft falan uğraşmış. Hafta sonunun Burak ile imtihanı halen bitmemişti. Onun iyi arkadaşları ve gönülden destekçileri olarak kendisi ile şakalaşmayı ihmal etmedik… 😊

Tabi Burak’a çay içmeye zaman kalmadı. O arada feribot araç almaya başlayınca hemen arabanın yanına gittik.

Yumuşak bir havada karşıya geçtik. Burak yanlış sapağa girdi. Yolu biraz uzatsak da köylerin içinden, arka yollardan Ezine’ye varıp, ana yola ulaştık. Onun iyi arkadaşları ve gönülden destekçileri olarak kendisi ile şakalaşmayı ihmal etmedik… 😊

Köprüyü geçip otoyoldan devam ettik. Opet istasyonunda yakıt alıp yemek molası verdik. Otoparkta tüpü yakıp, su kaynattık ve artan dandik noodle ile karnımızı doyurduk.

Hem molada hem de yolda maç seyrettim.

Tekirdağ sonrasında hiç trafik yoktu ama yine de pazar günü akşam üzeri İstanbul trafiğine girmemek için Kuzey Marmara Otoyoluna girdik.

Saat 20:00 civarı Kağıthane’ye varmıştık.

Böylece bir başka şahane kamp organizasyonunu da Burak’ın bize kattığı sonsuz neşe ile tamamlamış olduk.

Eylül 2023

 

 

 

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Balaban'da trekking

Kındıracı İnönü