Operasyon Engerek

Operasyon Engerek
Uzun zamandır hayalini kuruyorduk. Bir kamyon malzemeyle ileri aşama piknik değil ki bizi 25 sene önce yollara düşüren…
Gökhan’la bu seneye mutlaka gerçek bir “trekking” eklemeliyiz diyorduk. Uzun zamandır konuştuğumuz bir konuydu. Sadece gerektiği kadar malzeme ve yiyecek ile bir noktadan başlamak ve başka bir noktada yürüyüşü tamamlamaktı planımız…
Bu yönde de çalışmaya başladık. Önce rotamızı belirledik. Hem harika doğasının hem de yarım kalan İğneada yürüyüşünün etkisiyle, Kırklareli Istırancalar’da karar kıldık.
Güzergâh için ise Çukurpınar köyü ile Dupnisa Mağarası arasına karar verdik.
Haziranın ikinci haftası düştük yola.
Rota
Cuma akşamı iş çıkışı eve gelip yemek sonrası rahat bir uber seyahati ile KooM’a varmakla başladı her şey. KooM (Kadrioğlu Operasyon Merkezi) ilk görev icrası için hazırdı. Malzemeler yayıldı, sayıldı, kontrol edildi, elendi veya eklendi, çantalara olabildiğince eşit dağıtıldı. Adam başı 10-11 kg seviyesinde hazırlandı.
KooM
Sonra iki çantayı arabaya koyup yola çıktık. Tabi tuhaf geldi önce… Uzun zamandır, torpido gözüne kadar ıvır zıvır doldurduğumuz araba bu kadar boş kalınca “lan bir şey mi unuttuk” hissi çökmedi değil 😄
İstikamet gecelemek için Kumbağ yazlık, oradan da Cumartesi sabahı Çukurpınar köyü. Arabayı köy kahvesinin yanına bıraktık. Misafirperver köy halkının çayını içip, planımızdan bahsettik. Düşündüğümüz rotayı anlattık. Tavsiyelerini aldık. Malzemeleri sırtladık ve yola düştük. Bu sırada saat 11:00 olmuştu bile…
İlk Adım
Önce köy yolundan bir süre dere yatağını bulmak için Kuzey Batı yönünde Sarpdere köyüne doğru yürüdük. İlk hedefimiz Karapınar Şelalesini bulmak.
Yol boyu neredeyse 100 metrede bir hayrat var. İlk yürüyüş yokuş yukarı ve uzun süredir yapılmayan zorlukta bir fiziksel aktivite olunca, sık sık mola verdik. Verdik ama bir yandan da biliyoruz ki bu kadar sık durup mola verirsek, hedefimize ulaşmamız imkânsız. Bacakları esnetip, ciğerleri açıp daha iyi bir tempo yakalamamız lazım.
Her Yerde Su Var
Offline haritada güncelleme yapmayı unuttuğum için, şelaleye giden dere yatağı yerine, kuru dere yatağını takip ederek yanlış yola girdik. Bir süre sonra bunun yanlış olduğunu anladık. Önümüzde iki seçenek vardı.
Ya geri dönecektik ya da yanımızda yükselen tepeyi aşacaktık. Biz tabi ki zor olanı seçip tepeye tırmanmaya karar verdik. Çok zor oldu, nabız bir ara 200’ü bulmuştur. Sırtta çanta ve yük ile neredeyse 45 derecelik eğime adeta sürünürcesine tırmanmak, bizim yaşımızdaki iki adam için büyük bir sınav oldu.
Tırmanışın Başlangıcı
Ama başardık, önce tepeye vardık, sonra aşağı indik ki inmek de çıkmak kadar zor, sonunda dere yatağına ve Karapınar Şelalesine vardık. Şelale öyle büyük bir şelale değil. Çağlayan gibi, kayalardan süzülen sular var, ama yağışlı dönemde eminim su daha fazla oluyordur.
Karapınar Şelalesi
Doğası ise harika. El değmemiş gibi. İnsan izi neredeyse sıfır. Harika, çeşit çeşit ağaçlar ve pırıl pırıl akarsular... Küçük bir bilgi, her ne kadar temiz görünse de kaynağın kendisi olmadığı sürece, akarsudan ya da birikintiden su içilmemeli. Mutlaka önce kaynatılmalı. Temiz görünse bile içinde bakteri olabilir. Ne de olsa aynı suyu birçok yaban hayvanı kullanıyor, hatta leşi ya da dışkısı bulaşıyor.
Öğle Yemeği
Şelale kenarında mola verdik. Bu arada saat yaklaşık 15:00 olmuştu. Aslında yolun daha başında sayılırdık. Yemek yiyip, magnezyum çubuğu ve kav pamuk ile ateş yakıp, su kaynattık ve kahve içtik.
Mola
Sonra toparlanıp önce dere yatağını sonra da patikayı takip ederek, adının  Çobantepe olduğunu söyledikleri ve bizim birinci hedefimiz olan yere geldik. Buraya çobanlar hayvan otlatmak için gelirlermiş ve tepeye su çıkarıp orada bir su yalağı yapmışlar. Tatlı su olan harika bir yer. Tam karşısındaki tepenin üzerinde ise Sarpdere köyü var. Aslında hedef burasıydı ve konaklama için burayı düşünmüştük.
Çobantepe yada Mahya Tepe
Ertesi sabah buradan yola çıkacak, önce Dupnisa mağarasını gezecek, sonra da farklı bir rotadan Çukurpınar köyüne arabanın yanına dönecektik. Ama saat daha 17:30, dedik ki, e mağaranın yanına kadar gidelim ve kampı orada kuralım bari.
Önümüzde bir vadi ve karşısında bir sırt var, Dupnisa mağarası muhtemelen o sırtın arkasında. Kısa bir mola verip başladık yürümeye, vadiye inip sırta tırmanmak yerine bir yay çizerek sırta diğer taraftan ulaşabiliriz diye düşündük.
Günün en zor kısmı böylece başlamış oldu.
Zorlu Bitki Örtüsü
Yolun en zorlayıcı kısmı tartışmasız taşlı bölgelerden geçmekti. Tarif etmesi zor, testere ağzı gibi, arka arkaya sıralanmış, sadece ince ve keskin kısımları topraktan çıkmış, tabak boyutu ile tepsi boyutu arasında değişen ölçülerde taşlarla kaplı bir zemin. Yürürken ayaklarımız aralarına sıkıştı, kaydı, defalarca burkulma tehlikesi yaşadık.
Yer Yer Açıklıklar da Var
Bu çeşit yürüyüş için uzun bilekli, kalın ve sağlam tabanlı, su geçirmez ve kesinlikle iyi bir markanın kaliteli botlarından edinin. En önemli şey diyebilirim. Sakın kısa bilekli, ince, yazlık, doğa yürüyüşü ayakkabıları ile böyle bir yürüyüşe kalkışmayın. Bileğin kırılması işten bile değil.
Yürüyüş zorluydu ama yolda Gökhan’ın bulduğu engerek yılanı bu gezinin sembolü oldu. Gökhan sopayla kaldırıp yılanı yaklaştırınca ben de resmilerini çektim ve hemen bıraktık. Neyse ki Gökhan hayvanı fazla kurcalamadı. Zaten engerek olduğunu da anlamamış. Sonradan itiraf etti, eline alacakmış. İyi ki öyle bir şeye kalkışmadı. Yoksa büyük bir facia yaşardık.
Operasyon Engerek
Birkaç iniş çıkış, insanın bileklerini kırmak için hazır bekleyen taşlık alanlar, küçük dere yatakları, sık çalılıklarla dolu zorlu bir yürüyüş sonunda Yandex haritada gördüğümüz açık alan ve küçük barınağa ulaştık.
Bilek kıran Taşlar
Mağaradan sadece birkaç yüz metre uzakta olmalıyız ama etrafta medeniyete dair tek işaret terkedilmiş gibi duran ahırdan bozma yapı…
Kulübe
Sonra su sesini duyduk. Suya doğru yürüyünce de kendi cennetimizi bulduk.
Hemen akarsuyun yanında, etrafı büyük ağaçlarla çevrili, küçük bir çimen alan burası.
Çantaları bırakıp suyun kenarında elimizi yüzümüzü yıkayıp serinledik.
Sonra da botları ve çorapları çıkarıp ayaklarımızı buz gibi soğuk suya soktuk. Bir süre yanma, batma ve sızlama oldu ama sonrası çok rahatlatıcıydı. Tüm gün süren ve son kısmı çok zorlayıcı olan o büyük yürüyüşün en önemli kahramanı olan ayaklarımız bu tedaviyi hak etmişti.
Hava yavaş yavaş kararmaya başladığı için hemen çadırı kurup, ocağı hazırladık. Dereden aldığımız suyu kaynatıp, yemeğimizi hazırladık. Fincan çorba, biraz sucuk, konserve pilaki, ekmek ve sonrasında kahve. Pratik ve hızlı. Fazla bulaşık da çıkarmıyor. Peçete ve ıslak mendille bulaşıkları temizleyip, fazla oyalanmadan çadıra girdik. Yine de saati 11 ettik tabi.
Kamp
Önceki kamplar gibi değil bu kamp. Dinlenmek ve bolca uyumak şart. Hafif matlar ve uyku tulumları işini gayet iyi gördü. Hemen hemen hiçbir kampta rahat bir gece uykusu geçiremeyen biz, neredeyse 8 saat birkaç ufak bölünme sayılmazsa kesintisiz uyuduk.
Kamp Yemeği

Kamp Alanı
Sabah gayet dinç ve dinlenmiş şekilde uyandık.
Ateş yakmak yerine gaz ocağında su kaynatıp çay yaptık. Tavada pişmiş sucuk , etimek, zeytin ve krem peynirden oluşan kahvaltımızı yaptık. Gayet yeterli ve enerji verici oldu.
Çadırın Az Ötesinden Akan Dere 

Kamp Kahvaltısı
Çimen çok iyi bir temizlik malzemesiymiş. Sucuk kızarttığımız tavaya bulaşan ve yapışan yağ çimenle çok iyi temizlendi. Ardından derede yapılan durulama sonrası her şey pırıl pırıl oldu.
Etrafı temizledik, ocağı dağıtıp külleri gömdük, tüm çöpleri topladık ve ardımızda hiçbir iz bırakmadan mağaraya doğru yola çıktık.

Doğal Yolla Bulaşık Yıkamak
20 dakikalık düz bir yürüyüş sonrası kavak ağaçlarının altındaki tarlasını süren köylü ile biraz konuşup dönüş yolu için tarif istedik. Onun tariflerini not edip, mağaraya doğru yürümeye devam ettik.
Mağaraya Doğru
5 dk. sonra mağara girişindeydik. Burada da mağara bekçisi ve onun yanındaki köylülerle sohbet ettik. Onlara engerekten ve dönüş planımızdan bahsettik.
Onlar da az öneki çiftçi gibi dönüş yolunu tarif etti. Geldiğiniz dereyi takip edin, tarlaları bulun, toprak yolu tırmanın, Çukurpınar’a varırsınız.
Ama önce mağarayı gezdik. 6 TL gibi arızalı bir ücret belirlemişler. Yani para üstü sıkıntılı, bozuk paranız olursa iyi olur, bizim vardı sorun olmadı.
Mağara yaklaşık 2500 metreymiş  ama 500-600 metresi ziyarete açık. Yürüyüş yolları çok güvenli, aydınlatması harika, galerileri güzel düzenlenmiş. Biraz nemli, oldukça serin, bazı yerlerinde yukarı doğru merdivenlerden tırmanmak gerekiyor. Bir uçtan girip öbür uçtan çıkılıyor. İçeride yarasaları, mağara içi gölü ve akarsuyu görmek mümkün.


Dupnisa Mağarası
Çıkıştan sora ahşap bir yürüyüş yoluyla başladığınız noktaya dönüyorsunuz.
Etrafta küçük hediyelikler satan dükkanlar ve atıştırmalıklar satan kır lokantaları var.
Birinde oturduk, zayıf telefon sinyali vardı, evdekilere sms le iyi olduğumuzu bildirip, çay içip mataralarımızı doldurduk.
Çay Molası
Tabi saat yine 12 oldu.
Ve dönüş yürüyüşü başladı.
Geldiğimiz yönden dereye geri dönüp,takip etmeye başladık. Derenin bir o yanına bir bu yanına geçtik. Tatlı su kaynağı bulduk. Tam suyun kaynak noktasından su içip, mataraları tazeledik.

Kaynak
Sonrasında küçükbaş havan dışkısı izlerine denk geldik. Bu iki şey demek, birincisi çoban var, yol sorulabilir, ikincisi çoban köpeği var, başın belada.
Bize ikincisi oldu, çoban köpekleri kovaladı, bata çıka dereden karşıya kaçıp yüksek bir yere tırmandık. Sonra da arkamıza bakmadan devam ettik. Ortaya çıkmayan ve köpeklerine hakim olmayan çoban kardeşi elbette pek de sevgiyle anmıyoruz.
Eğer daha tehlikeli bir duruma düşsek köpek kovucu, havalı tabanca gibi şeyleri kullanabilirdik ama sonuçta o köpekler bizi tanımıyor ve sürülerini korumak için bizi uzaklaştırdılar, o kadar. Ciddi bir saldırı olmadı yani.
Yola devam ettik. Bahsedilen tarlaları görmedik ama toprak yola ulaşmak için dereyi terk edip, orman içinde dünküne benzer çalılık kayalık bir rotaya daldık. Fazla sürmeden, patikaya ulaştık. Patika patika değil, uydu resimlerinden patika gibi görünse de orman işleri yakın zamanda açmış, zemin tamamen mermer parçalarıyla dolu, zorlu bir yol. Yine bolca taş, dengesiz, zorlu bir zemin, hem de yokuş yukarı.
Mermer Yol
Yaklaşık 1,5 saat süren tırmanış sonunda yeni acıkan taşlık yolu bitirip toprak patikaya ulaştık.
Burası bir kavşak noktası gibi. Araçla gidilebilecek kadar düzgün toprak bir yol, bizim geldiğimiz yeni açılmış taşla kaplı yolla birleşiyor. Tam köşe de su kaynağı olan bir hayrat var.
Hemen ağaçların altında devrilmiş bir kütüğün yanına yerleştik. Burada yaklaşık 1,5 saat kalmayı planlıyoruz. Hem yemek, hem dinlenme molası.



Öğle Molası
Islanan botları ve çorapları çıkarıp kurumaya bıraktık. Zemin kuru yapraklarla dolu olduğu için çıplak ayak dolaşabildik. Hem de ayaklarımıza çok iyi geldi. Biraz toprak, biraz kuru yaprak, tüm sızıyı, ıslaklığı ve acıyı yok etti.
Her şeyin çözümü doğada…
Az ötedeki hayrattan mataraları doldurduk. Yemekte, makarneks, ton balığı, etimek ve fincan çorba vardı. Az bulaşık, az atık, doyurucu ve yeterli bir öğün. Bu sefer de peçete, ıslak mendil ve çimen ile bulaşıkları temizleyip, toparlandık. Çay kahve faslından sonra da yolun kalan kısmını yürümeye başladık. Yürümeye başlamadan önce mataraları yeniden doldurduk.
Yürümeye Devam
Saat 16:30 civarı olmuştu… Yürüyüşün bu kısmı bazen yokuş yukarı, bazen yokuş aşağı ama kolay yürünen toprak bir yol. Hiç denk gelmesek de belli ki arabalar tarafından da kullanılıyor.
Bir süre sonra uzaktan Çukrupınar köyü göründü. 17:30 civarı dış mahallelere varmıştık.
Köye Yaklaşırken
Burada önümüzden yürüyen bir köylüyü takip ederek köy içine varırız diye düşündük ama adamın izlediği yol meğerse adamın kendi evine giden çıkmaz sokakmış. Adamcağız bizden ürkmüş biraz. Onu takip ediyoruz sanmış… Kısa bir sohbet sonrası, geri dönüp yan yoldan birkaç dakikada köy meydanına ve arabanın yanına vardık.
Az Kaldı
Zafere Doğru
 Köy kahvesinde biraz dinlenip, köylülerle sohbet edip, maceralarımızı anlattık. Bol bol çay içtik.
Gökhan kendine bir kuksa bardak yapmak istiyordu. Bunun için Çukurpınar’ın yerlilerine fikir danışıp durdu, hangi ağaç hem sağlam hem de işlemeye uygundur diye. Geldiğimizde de bir parça kayın ağacını kenara ayırmıştı. Ek olarak gürgen ağacından kesilmiş kütükler de verdiler. Bize bu kadar anlayışlı davranan ve her sorumuza ve isteğimize karşılık vermeye çalışan Çukurpınar ahalisine teşekkürler…
Eşyalarımızı arabaya doldurup, kütüklerimizi de yerleştirdikten sonra, bu harika “trekking” macerasının tadı damağımızda, saat 19:00 civarı yola çıktık.
Grand Finale
Yolda Ahmetbey köyünün meşhur Bahar köftesine uğrayalım ve yol öncesi akşam yemeğimizi yiyelim dedik. Ramazan sebebiyle kapalıymış.
Bahar köftenin yayılan ünü bütün Ahmetbey köyünü, ki aslında kasaba demek daha doğru olur, baştan sona köfteci doldurmuş. Yoldan geçen bir adama Bahar köfte kapalıysa nereye gidelim, hangisi sence iyidir diye sorduk. Mahir köfteyi önerdi. Ben önermem. Sıradandı.
Sıradan Köfte

Hızlıca yemeğimizi yedik ve “güneşi” gerimizde bırakarak yola çıktık. Sofular, Osmanlı, Beyazköy yolunu takip ederek Saray gişelerden TEM’e çıktık.
👋👋👋👋👋

Saat 22:00 civarı beton ormanına varmıştık.
Uzun süredir kurulan bir hayali gerçekleştirmenin mutluluğuyla bir sonraki kampın planlarını yapmaya başladık bile.
Haziran 2018











Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bozcaada ve tütsülenmiş Burak

Balaban'da trekking

Kındıracı İnönü