Saroz Körfezi ve Kahraman Burak.
Saroz Körfezi ve Kahraman Burak.
Bu sefer eylülün ikinci haftası. Bakırköy ekibiyle haydi
dedik bu sefer daha çok dalışa zaman ayrılabilecek ama kamp da yapılabilecek
bir yere gidelim. Sadece hafta sonu için gitmek istedik. Bu nedenle de yol çok
uzun sürmesin istedik.
Saroz körfezinin kuzey kıyılarına, İbrice limanı ile
Gökçetepe arasında uygun bir yere gitmeye karar verdik. Karar verdik vermesine
de ekipten de bolca fire verdik.
Yola tek araba Altuğ, Gökhan ve ben çıktık. Sabah
Kağıthane’den başlayan yolculuk, sabah atıştırmalığı alışverişi, benzinciden
depoyu doldurmak ve arabayı yıkatmak derken biraz oyalandık. Sonrasında
Tekirdağ’da dünya para verip çorba içtikten sonra, Keşan’da Kipa’da durup
alışverişimizi yaptık.
Yol üzerinde Mecidiye’de kısa bir mola verip kullanma suyu
için portatif bidonu doldurup çevre sakinlerinden kamp için biraz öneri
aldıktan sonra belirlediğimiz bölgenin uygun olduğu sonucuna varıp yola devam
ettik. Toplamda 3,5-4 saatlik makul bir yolculuk süresi ile körfezin kıyılarına
vardık.
Daha İbrice Limanı bitişiği bize ilk sinyali verdi. En az
20-30 çadırlık bir “oba” vardı. Sonra girip çıktığımız bütün koylarda birileri
vardı. İnsandan kaçıp da insan kalabalığına yakalanmak sinirimizi bozsa da
çaresiz en tenha yere gittik. Şansımız yaver gitmiş meğerse. Az sonra yanlarına
gittiğimiz ekibin sadece 1 saatliğine dalış için geldiklerini, az ötedeki
grubun günübirlikçi olduğunu öğrendik.
Akşama doğru sadece 2 ekip kalmıştık, biri koyun bir ucunda diğeri öbür ucunda, ucu dediğim de en fazla 100 metre mesafe ama birbirimizi rahatsız etmeyecek kadar yeterli bir uzaklık. Gerçi komşumuzun Gökhan'ın eski iş yerinden arkadaşları olduğunu gecenin ilerleyen saatlerinde fark edecektik ama yine de birbirine rahatsızlık vermeyen iki komşu olmuştuk.
Bizi asıl yıkan şey etrafın pisliği oldu. Bu bölgede yer
ararken girip çıktığımız 4 küçük koy ve toprak orman yolu boyunca belki
tonlarca çöp vardı. Bu blogda çöp ve insanların çevre düşmanlığı konusunda sık
sık şikayet ediyorum ama bu sefer abartısız tonlarca çöp vardı.
Hatta elimize çöp torbası alıp kendi kampımızın etrafını
temizleyerek başladık işe. Sonra ağaçların arasına kampımızı kurup yavaş yavaş
dalış hazırlığına başladık. Bu sefer ben de yazlık elbisem ve Gökhan’ın kısa
zıpkını ile uzun zaman sonra yeniden deneme yapma şansı buldum. Elbette hiçbir şey avlayamadım.
Akşamüzeri yemek hazırlıklarına başladık. Bu sefer yeni bir
şey denedik. Ateşin yanına tel ızgara büyüklüğünde bir çukur kazıp etrafını
taşla örerek ocak yaptık. Ateş yandıkça oluşan odun közlerini bu ocağa aktarıp
odun ateşinde ızgara köfte pişirdik. Yanımızda her zaman mangal kömürü taşırız,
yeterli odun bulamazsak diye. Bu sefer hiç ihtiyacımız olmadı. Alüminyum
folyoya sarıp ateşe gömdüğüm patatesler ile yaptığım kumpirler nefis oldu. Sadece
tuz karabiber ve zeytinyağı ile hazırlanmış kumpir, üzerinde başka ıvır zıvır
olmadan daha lezzetli oluyor. Bunu ilk kez Kervizdere’de yapmıştık.
Etrafta bolca çöp vardı ama kuru odun konusunda oldukça
fakirdi. Akşamüzeri daha fazla odun lazım olduğunda Gökhan’la kırılmış ama ağacın
üzerinde kalmış devasa bir dalı indirdik ve parçalara ayırdık. Gökhan benim
yeni aldığı budak testeresiyle hırs yapıp koca bir kuru kütüğe girişti. Sonuçta
bolca yakacak odunumuz oldu.
Ama gece uzun olacaktı. Çünkü kahramanımızı bekliyorduk. O kahraman
Burak. Cumartesi akşamı dükkanı kapatıp, malzemelerini toparlayıp, arabayı
hazırlayıp, İstanbul’un akşam trafiğinde hiç üşenmeden 280 km yol geldi. Hem de
sadece yaklaşık yerimizi bildiği bir yere. Çünkü bulunduğumuz yerde telefon
doğru düzgün çekmediği için kendisine sağlıklı bilgi iletememiştik. Gecenin karanlığında
orman yoluna çıktık. Aysız bir gece ve zifiri bir karanlık vardı. Hem o
karanlıkta odun topladık hem de Burak’ın geçeceği tek yolda onu beklemeye
başladık. Gece yarısından sonra uzaktan aracın ışıkları göründü. Kahraman Burak
gelmişti. Hemen onu kampın olduğu koya indirdik. Tabi gece uzun sürdü. Sohbet,
kamp ateşi ve içeceklerimiz ile uzun ve güzel bir gece oldu. Gökhan’ın halı saha
aydınlatması kılıklı akülü ışığını söndürdükten sonra yıldızların da tadına
vardık.
Sonunda yorgunluğa yenildik ve çadırlarımıza çekildik.
Sabah klasik kamp kahvaltısı menüsü olan zeytin, beyaz
peynir, domates, salatalık, biber ve sucuklu yumurta ile karnımızı doyurduk. Bu
sefer sucuklu yumurta yapma işini Gökhan’a bırakmadım da Altuğ ile Burak adam
gibi pişmiş düzgün sucuklu yumurta yiyebildiler.
Ben günün bir kısmını yüzerek ve hamakta tembellik ederek
geçirdim. Geri kalanlar ise zıpkınla av yapmaya gitti ama kayda değer bir başarı
ile dönen olmadı.
Günün olayı ise kampımızı ziyarete gelen tilki oldu. Tüm kaş
göz işaretime ve şşşt şşşt dememe rağmen heyecandan ve sevinçten bas bas
bağıran Burak sağ olsun, fotoğrafını çekemeden kaçtı küçük tilki. Biraz peşinden
gittik o sırada sudan çıkan Gökhan’da kıl payı kaçırmasına üzüldü. Çalıların
arasına bakınmakla tilkiyi yeniden görmedik elbette.
Dönüş yoluna geçmeden önce kalan son sucukları ağaç dallarından
yaptığım çubuklara geçirip ateşin üzerinde pişirdik, ekmek arası yaptık ve
afiyetle mideye indirdik.
Sonrası beton ormanı
İstanbul’a doğru yolculuk.
Eylül 2017
Yorumlar
Yorum Gönder