Evdeki Hesap

Herkes efsane 1989 Türkiye Kupası Çeyrek Final rövanş maçını hatırlar.

İlk yarısını Galatasaray 3-0 önce kapamış, ikinci yarıda Fenerbahçe 4 gol atıp maçı 4-3 kazanmıştı.

Bizimki de öyle bir hikâye…

İlk Adım
İlk Adım

Bu sene salgın kısıtlamaları yüzünden istediğimiz gibi kamp yapamadık. Aslında kalabalıklardan uzak sakin ve temassız olduğunu düşünebiliriz. Ama herkes öyle düşündü. Sosyal medyadaki onlarca kamp hesabı yüzünden herkes kampçı oldu. Artık her yer biliniyor. Tüm yaylalara asfalt yollar yapıldı. Dolayısıyla da hafta sonları kalabalıktan kaçıp kafa dinlemek isteyenler, yeni kalabalıklar oluşturdular.

Kalabalıklardan ve “doğasever” doğa katillerinden uzak durmanın en iyi yolu da kimsenin gitmeye cesaret etmeyeceği yerlere gitmek.

Biz de temmuzun üçüncü haftası böyle bir karar verdik. Hedef yakın, Tekirdağ Saray’a bağlı Bahçeköy. Rotamız, Bahçeköy deresine bağlanan çaylardan birinin yatağını takip ederek, iki çağlayanı görmek. İkincisinde veya civarında kamp yapmak.

Dereyi bulmak zor olmadı

Cuma gecesi başladı macera. Hafif malzeme, az yiyecek. Geceyi Kumbağ yazlıkta geçirip sabah kahvaltıdan sonra yola çıktık. Yaklaşık bir buçuk saatlik bir yolculuktan sonra Bahçeköy’e vardık. Merkezde, bakkalın karşına arabayı park edip, alışveriş yaptık ve esnafı gideceğimiz yerler için bilgilendirip, yürümeye başladık. Köy çok güzel, harika evler var. Etraf yemyeşil ve Bahçeköy deresi, köyün yanından akıp gidiyor. Rotamız gereği önce toprak yoldan orman içine ilerledik. Sonra orman içine girip kolay bir yürüyüşle takip edeceğimiz dereyi bulduk. Dere boyunca çok zorlu olmayan yürüyüşle ilk çağlayanı bulduk. Çağlayan kenarında öğle yemeğimizi yedik. Konserve ton balığı, biraz etimek, çikolata, kahve. Sonra da çağlayanın az ilerisindeki küçük havuza girip serinledik.

Yürüyüş sonrası serinlemek için birebir

Her şey tam da istediğimiz gibiydi.

Böylece ilkyarı 3-0 bitti.

Çağlayan ve havuzu

Sonra dere yatağını takip edip, ikinci çağlayana doğru ilerlemeye başladık. Birinci kaya engelini aşmak biraz zorladı, sonraki tepeyi tırmanmak da zorladı. Ardından gelen sık ağaçları ve dalları aşmak da kolay olmadı. Ve bunları yaparken saatler harcamış ama anca 500 metre ilerlemiştik.

Geçit vermeyen kayalar

Baktık ki dere bir yay çiziyor, biz de tüm tepeyi aşıp dereyi yayın öbür ucunda keselim dedik. O tepeyi çıkması ayrı, inmesi ayrı zordu.

Amaç biraz da buydu aslında. Tam bir mücadele ve keşif.

Ancak sonuçta zaman akıyor, metreleri almak dakikalar sürüyor, haftalarca evde kapalı kalmanın kötü sonucu fizik güç kaybı kendini gösteriyordu.

Zor ama çok güzel

Tamam dedik sonunda, belki ikinci çağlayana ulaşmadan da kamp yaparız. Ama ne mümkün? Dere sert yamaçları olan keskin ve dik bir vadiden akıyor. Yamaçlar öyle dik ki, yere uzansanız aşağı kadar yuvarlanırsınız. Biz de baktık olmayacak, tabana kuvvet haritada görünen bir başka toprak yola ulaştık.

Toprak yola ulaştık

O yolu takip ederek, ikinci çağlayana giden patikayı bulduk. Patikadan aşağı vadi tabanına inip, çağlayanı da bulduk. Çağlayanın kendisi çok güzel ve nefis bir havuzu var. Ama kamp için hiç uygun bir yer değil. Ayrıca etraftaki çöplerden belli ki günübirlikçilerin sıkça geldiği bir yer. Şansımızı biraz zorladık, etrafta tur attık ama olacak gibi değil. Ne yapalım, maç avuçtan kayıp gidecek gibi… 

İkinci çağlayan ve havuzu

Tekrar patikaya dönüp Bahçeköy’ün çıkışının birkaç kilometre ilerisinde asfalta ulaştık.

Asfalttan yaklaşık 1 saat yürüyüşle akşamüzeri arabaya ulaştık. Hala kamp yapacak yerimiz yoktu. Madem kamp yapamadık bari bira içelim dedik. Birer birayı bir paket patates cipsiyle gövdeye indirip, civarda uygun yerleri inceleye başladık.

Uydu haritalarında yakınlarda bir göl görünüyordu. Oraya gittik önce. Göl sandığımız şey orman içinde bir tür sazlık ya da ona benzer bir bitki örtüsü çıktı. Geri döndük. Göl olduğunu emin olduğumuz sulama göletine doğru sürdük arabayı. O da hayvanların otladığı bir çayır çıktı. Aslında gölmüş de kuruya kuruya bir lokma kalmış, o lokma da bizden epey uzakta ve göl kıyısı da oldukça dik görünüyor uzaktan.

Gölmüş eskiden

Bu arada hava da kararıyor yavaş yavaş.

Gökhan’ın akılında görmek istediği üç tane koy varmış. Derhal rotayı oraya çevirdik. Birincisi Çamlıköy Tabiat Parkı içindeymiş. Girişi ücretli, içeride tavuk kanadı mangal dumanından göz gözü görmeyen bir yer. Çarşaftan bozma çadırları görünce içeri bile girmeden gerisin geri gazladık.

İkinci hedef onun komşusu, direkt es geçtik…

Artık hava kararmak üzere.

Üçüncü hedef Korsan Koyu. Koya inen patikayı alacakaranlıkta sırtımızda malzemelerle indik. Şiddetli rüzgâr ve onlarca kampçı ile karşılaştık. Bu arada plan gereği, çadırımız yok. Tentelerle barınak yapacaktık güya…  Sahile indik ve öylece kumların üstünde kala kaldık… 

Buraya kadarmış

Bir süre kararsız ne yaparız diye düşündük. Bir kuytuya gidip brandayı serdik, üzerinde çorba ve konservemizi yiyip, birer kahve içtik. Her şeyin sarpa sardığı gün gibi ortada.  Yakındaki bir grup genç halimize acıyıp bize çadır teklif etti. Ama ne anlamı vardı ki… Sonunda biraz dinlenip fenerlerle arabanın yanına tırmanmaya ve eve dönmeye karar verdik. Gece on bir civarı, gücümüzü toplayınca, çantaları sırtlandık. Bize çadır teklif eden gençlere küçük bir teşekkür için yanımızdaki suları bıraktık ve orman içindeki patikadan zifiri karanlıkta kafa fenerleri ile arabaya doğru tırmandık. Arabanın yanına vardığımızda bizden sonra en az 6-7 arabanın daha geldiğini gördük. Demin bahsettim ya, artık hiçbir yer sakin ve tenha değil…

Arabaya binip haritayı takip ederek toprak ve bozuk yoldan epey bir süre gittik. Çilingözdere Barajı göletine vardık. Bir baktık asfalta çıkan yol bariyer ile kapatılmış! Orada bir tesis var, ya elektrik santralı ya da sulama tesisi. Hiç de umurumda değil açıkçası. Saat gece yarısını geçmiş asfalta aramamızdaki tek engel, o bariyer. Neyse ki kilitli değil, kapıyı açtık ve yola çıkıp bir kasabada sigara molası verdik. O kasabanın neresi olduğu hakkında da hiçbir fikrimiz yok…

Gecenin acayip olayı ise orman içinde toprak yollarda tangır tundur giderken karşımıza çıkan devasa yaban domuz oldu. Arabayı ben kullanıyordum. Yol kenarında arabanın farından dolayı sürekli oynaşan ağaç ve kaya gölgeleri yüzünden durmadan bir şeyler hareket ediyormuş gibi görünüyordu. Yine öyle sandım. Ama bu sefer gerçekten dev gibi gri bir şey hareket ediyordu. Gökhan telefondan gps ile haritayı takip ettiğinden yola bakmıyordu. Sonra o gölge yola çıkıp tam önümüzde arabadan 8-10 metre ileride durdu. İnsan beline gelecek büyüklükte kocaman bir yaban domuzu…

Hayret ve sevinç nidaları atarken, hayvan yavaştan hareketlendi, yolun karşına geçip ağaçların arasına doğru ilerlemeye başladı. Ben Gökhan’a fotoğrafını çek diye bağırırken, bir yandan da yavaş yavaş peşinden sürüp far ışığında tutmaya çalıştım. Gökhan’ın eli ayağına dolanıp telefonda fotoğraf uygulamasını açmak yerine onlarca başka uygulamayı açmasıyla fotoğraf çekemeden gözden kayboldu sevgili yaban domuzu. Umarım seni çok rahatsız etmedik.

Gps e “ev” yazıp en hızlı rotayı seçtik ve saat üçe doğru bizim eve vardık.

Ormanda barınak kurarak kamp yapmak isterken, evde yataklarda uyuduk.

Böylece maçı 4-3 kaybettik.

Bu sefer evdeki hesap çarşıya uymadı.

Siz plan yaparsınız ama doğanın dediği olur. Arazi bize bu sefer kamp yapamazsınız dedi, biz de ısrar etmedik.

Ama hevesimiz daha da arttı. Bir daha ki sefere, ki o sefer çok da uzakta olmayacak, hayalimizdeki gibi çadır olmadan, basit kamp barınağı yaparak konaklayacağımız bir kampımız olacak.

Temmuz 2020.





 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bozcaada ve tütsülenmiş Burak

Balaban'da trekking

Kındıracı İnönü