Monopetra Kayalıkları ve Free Solo


Sabah çok da erken çıkmaya gerek yok dedik. Ne de olsa istikamet Kırklareli Demirköy civarı. Yaklaşık 3 saatlik yolculuk. 7-8 arası çıksak kâfidir dedik. Gökhan evden çıkarken seni ararım dedi. Aradığında “araba yok” dedi. Sokakta bıraktığı yerde değilmiş araba. Çalındı mı korkusu ile geçen huzursuz bekleyişten sonra Gökhan’dan ikinci telefon geldi. Trafik arabayı çekmiş. Gökhan otoparka gidip arabayı aldı, tabi bir sürü de masraf oldu. Böylece gezimiz tatsız başlamış oldu.
Yola çıkınca her şey geride kaldı. Ne berbat geçen iş hayatı ne de sabah stres yaratan park cezası.
Otoyol üzerinde kısa bir mola verdik. O moladaki çöp kamyonu sanki bize mesaj verir gibiydi.
“önemli olan dertleri süpürmek, caddeleri süpürmek kolay”

Sabah 10:30’da başlangıç noktamıza vardık. Yenice, Demirköy arasında orman yoluna girdik. Amacımız önce Monopetra Kayalıklarına gitmek, sonrasında da vadide kamp kurmak. Ertesi gün de geri dönmek.
Arabayı yoldan uzakta uygun bir yere park edip, eşyaları hazırladık ve yürümeye başladık.  Tatlı bir eğimle yavaş yavaş kayalıklara doğru yükselen toprak bir yol burası. Ağaçların altında yürüsek de aslında bir sırt çizgisini takip ettiğimizi anladık.

Yolda genç bir çift ile karşılaştık. İki arkadaş bize yol sordular. Onlar da kayalıklara gidiyormuş. Yol tarifini verip aynı yönde yürümeye başladık. Garip bir huzursuzluk hissedince mola vermeye karar verdik ki fark açılsın. Böylece onlar uzaklaştılar ve gözden kayboldular. Biz de rahatça yürümeye devam ettik.

Sonunda kayalıklara geldik. Aslında bulması kolay olup da bulması bu kadar zor olan başka bir yer daha yoktur. Zirveye yaklaştığınızı ya da geldiğinizi anlıyorsunuz ama hala orman içinde olduğunuzdan ağaçlar yüzünden kayalıklar görünmüyor. Toprak yoldan ayrılıp ağaçların arasına girip, yukarı doğru eğimi takip ederek bir kayalık grubuna ulaştık. Sonra bir diğerine, sonra bir diğeri derken o fotoğraflarını gördüğümüz meşhur “Monopetra” kayalıklarını bulduk.

Gerçek bir zirve, etrafta birkaç devasa kaya zirvesi var. Aşağısı uçurum gibi. Geldiğimiz taraftan kayaların yüksekliği 10-15 metre civarı iken diğer tarafta 20-30 metreyi buluyor. Takip ettiğimiz toprak yol aşağıda bu zirve kayalık grubun dibinden devam ediyor. Manzara harika. Önümüz iki sırt ve arada bir vadi, tamamen ormanla kaplı. Uzaklarda Karadeniz görünüyor. Gerçekten nefes kesen bir doğal güzellik.

İnsanın saatlerce bu kaya zirvelerinde oturup ufka doğru bakası geliyor.

Çıplak elle ve hiçbir malzeme kullanmadan kaya tırmanışı yapmanın ne kadar zor olduğunu, inanılmaz fiziksel ve zihinsel güç gerektirdiğini anlamış olduk.  “Free Solo” yapan kaya tırmanış sporcularına duyduğumuz saygı katlandı da katlandı…
Zirveden bakarken gördüğümüz vadi ikinci hedefimiz. O vadide bir akarsu olmalı. Amaç akarsuyu bulup uygun bir yerde gecelemek. Gece için farklı bir konaklama planımız var bu sefer.
Kayalardan inip hızlıca öğle yemeğinizi yedik. Tonbalığı, etimek ve kahve…. Ardından geldiğimiz toprak yoldan devam ettik. Zirvesine çıktığımız kaya bloklarının etrafından dolaşıp, bu sefer aşağı yönlü yürümeye devam ettik. Pusula ile yön sabitledik ve genelde mevcut patikayı ve orman içi yolunu takip ederek tepeden aşağı yürümeye devam ettik. Yaklaşık 1 saat sonra yol ayrımına vardık. Toprak yol sağa da devam ediyordu, pusula yönü de o yönde olduğundan sağa devam eden patikayı izlemeye karar verdik. Dönüşte bu noktayı bulabilmek için devasa bir ağaç dalını yol işareti olarak kullandık.

Telefon şarjı çok azaldığı için gps ve harita kullanamadık ama bu noktaya kadar bize yardımcı oldu. Bundan sonrası tahmin ve içgüdü…
Takip ettiğimiz ikinci patika bizi vadi tabanına yaklaştırdı ve sonunda küçük bir su akıntısı ile yolumuz kesildi. Bundan sonra daha dik bir tepeden aşağı doğru, orman zemininde ve sık bitki örtüsü içinde ilerledik. Uzaktan bir uğultu geldiğini duyuyorduk, bu bize akarsuyun yakınında olduğumuzu gösteren bir işaretti. Hatta dere yatağını gördüğümüz düşündük ama yamacın sonunda bulduğumuz şey stabilize bir yol oldu. Ormandan çıkıp bu yolu bulunca yol kenarında taşlardan bir işaret koyduk. Dönüşte ormana nereden gireceğimizi bulabilmek için.
Stabilize yol bir dere yatağını takip ediyordu. Yolun aşağısında sık ağaç örtüsünün ardında bir dere olduğu kesindi. Kesindi diyorum çünkü kendisini göremesek de sesini daha net duyuyorduk.
Aşağı eğimle yolu takip ettik. Bir süre sonra iki derenin kesiştiği harika bir noktaya geldik. Küçük bir doğal şölen alanı.

Ancak yol olan yerde insan, insan olan yerde de pislik ve piknikçi terörü artık ülkenin vazgeçilmez bir gerçeği. Sahip olduğumuz çok az kalan orman güzelliklerini bu maganda kültürü yüzünden kaybetmek üzereyiz ve bunu, içinde olunca daha net gözlemleyebiliyorsunuz.
Arap sevici kültürün, cennet gibi vatanı Arap çölüne çevirme çabası olsa gerek…
Bu güzelliği doyasıya yaşamak için etrafta uygun bir kamp yeri aramaya başladık. Bu sefer daha çok özel bir alan ihtiyacımız var. Çünkü çadır kurmayacağız. Yanımızda sadece tente ve hamak var. Bu nedenle iki hamak ve tentenin kurulabileceği uygun aralıklı 3 – 4 ağaçlık bir gruba ihtiyacımız var.  Bir süre etrafta gezinip dere boyunca aşağı yukarı birkaç tur yürüdükten sonra seçeneklerden birine yerleştik. Yola yakın olduğumuz için bu alan bolca günübirlikçinin geldiği bir alan. Etraftaki pislikten bunu anlamak zor değil. Sağda solda onlarca ateş ocağı var, biz de bu ocaklardan birini kullanmaya karar verdik.

Hamakları kurduk, cibinlikleri taktık, tenteleri gerdik. Ateş için yakacak topladık. Artık akşam yemeğine hazırlanabiliriz derken bir grup genç gelip 15 metre ötemize yerleştiler. Tamam dedik ayvayı yedik bütün gece kafa ütüleyecekler ama korktuğumuz olmadı. Geldiler, masalarını kurdular, yemeklerini yediler, etrafı hiç kirletmeden toplandılar ve sonrasında da gittiler.
Yerleştikten sonra fark ettik ki korkunç bir sivrisinek sorunumuz olacak. Yanımızdaki sinek kovucu spreyleri bol bol kullanmamıza rağmen ısırılmaktan kurtulamadık. İyi ki hamaklar için cibinlik almışız. Cibinlik olmasa bütün gece o sivrisinekler ile nasıl mücadele edilirdi hayal bile edemiyorum.
Telefonların şarjı bittiği için fazla video ve resim çekemedik ama çekebildiğimiz kadarını da çekmiştik zaten.  

Biraz tepelere doğru tırmanıp bolca odun topladık, onları güzelce işledik ve bütün gece bizi hem ısıtan hem de yemeğimizi pişirip suyumuzu kaynatacağımız ateşimiz oldu.
Bu arada bizden yüz metre öteye bir de çadırlı aile geldi. Çoluk çocuk 2-3 çadır ve epey kalabalık bir gruptu. Allahtan görüş alanımız dışında kaldılar ve gece boyunca hiç bir rahatsızlık duymadık.
Gün boyu yürüyüş, tırmanma, araba stresi falan derken erkenden uykumuz geldi. Yavaş yavaş hamaklara çekilip uyumaya karar verdik. Kara tırmanışı da epeyi bir hırpaladı yorgun bedenleri.
Ateşimiz etrafında otururken gecenin serin olduğunu fark etmiştik ama hamaklara geçince anladık ki hava bildiğin kış gibi soğuk. Üzerimizde sadece birer uzun kollu termal içlik var o kadar. Polar vs. yok. Ne de olsa haziran ayındayız, İstanbul’da hava 30 derece. Gece yarısına doğru sıcaklık 13-14 dereceye kadar düştü. Mont olsa giyilirdi… O kadar üşüdük ki uyumak mümkün olmadı.  
Gecenin en güzel manzarası ise ateş böcekleriydi. Hava parçalı bulutlu, ay yok, orman gökyüzünü tamamen örtmüş. Dolayısıyla etraf zifiri karanlık. Ve bu karanlık içinde havada uçuşan binlerce soluk sarı ve mavi noktacık.  Tarifi imkansız, huzuru sınırsız bir tecrübeydi. Tabi o sırada tir tir titremeyi kesebilseydik…

Uyumak mümkün değil ama birbirimizle de konuşmuyoruz. Her ikimiz de diğerinin zor da olsa uyumuş olma ihtimaline karşı onu uyandırmaktan çekiniyor. Aslında arada 10-15 dk. lık dalışlar olmuyor değil. Ama asla deliksiz bir uyku yok. Ama huzur sonsuz.
Ormanın doğal çıtırtıları, yanı başımızda akan derenin şırıltısı, tepemizdeki sonsuzlukta uçuşan minik ışıklar, bir anda ormanda yankılanan bağırışlarla kesildi. Derenin aşağısından gelen bir grup adam… Ellerinde süper güçlü fenerler, bir nevi kepçeye benzer sopalı fileler, boydan boya giyilen su geçirmez çizmeli tulumlar ve derenin ortasından dizlerine kadar su için şapur şupur yürüyüp gelen adamlar…
Zaten uyuman bizler, böylece ayılıp konuşmaya başladık. Hem etrafın huzurundan hem de uyutmayan aşırı soğuktan bahsettik hamaktan çıkmadan. Bir yandan hamağın içinde ince yazlık uyku tulumlarında ısınmaya çalışırken öte yandan da laflamaya devam ettik. Sonra ışıklı adamlar geldikleri yöne bu sefer karadan geri dönüp gözden kayboldular.
Sabah engin bir sessizliğe uyandık. Daha doğrusu sabaha karşı biraz daldık. Güneş tepenin ardından yüzünü gösterince kertenkeleler gibi güneşe çıkıp kendimizi ısıttık. Bu arada ateşi de yeniden yaktık, hem ısınmak için hem dönüş yolculuğu için su arıtmak için.
Gökhan’ın uzun zamandır yanında gezdirdi su arıtma çubuğunu da test ettik. Bu çubuğun bir ucunu pis suya sokup diğer ucundan pipet gibi çekerek direk su birikintisinden su içebiliyorsunuz. Çevrede (ne yazık ki) bulduğumuz pet şişeler ile suyu arıtıp mataralara aktardık. Çubuğun bir ucu pet şişelere uyacak şekilde yivli yapılmış. O sebeple de çok kullanışlı.

Sonrasında toparlanıp yola çıktık.
Önce dere boyu stabilize yolda yürüdük, bıraktığımız taş işaretler yıkılmıştı ama bulduk ve oradan ormana girip dar patikayı bulduk, patikayı takip edip işaret koyduğumuz kavşağa geldik. Bu arada yokuş yukarı o kadar yüksek bir tempo ile ve durmadan yürüdük ki bir ara nabız 160’ı bulunca durup uzun bir süre dinlendik. Sonra aynı patikayı takiben kayalıkların dibinden dönüp zirveden aşağı toprak yolu takip ederek arabaya ulaştık.

Arabaya vardığımızda öğleyi geçeli epeyi olmuştu.
Araba yanında uzun bir mola verdik. Öğle yemeğimizi yedik, eşyaları düzenledik temizledik ve dönüş yoluna geçtik.
Alternatif bir güzergah ile Çerkezköy, Çorlu yolunu takip ettik ama İstanbul’a yaklaşırken TEM’e bağlanınca ağır bir trafik ile karşılaştık. Selimpaşa, Büyükçekmece gibi yerlerden TEM’e katılıp emniyet şeridi ihlali yapan binlerce maganda yüzünden sıkışan trafikte ite kaka beton ormanına ve beton mağaralarımıza geri döndük.
Bir sonraki gezi için hayal kurarak geçecek günlere karışıp kaybolduk kendi hayatlarımızda….
Haziran 2019


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bozcaada ve tütsülenmiş Burak

Balaban'da trekking

Kındıracı İnönü