Domuzdere ve Gökçetepe


Domuzdere ve Gökçetepe
Bu kış keşif için Domuzdere’ye uğramıştık. İçinden küçük bir dere geçen ve araba ile direk ulaşımı olmayan harika bir koy... Sahilden 20-25 metre kadar açıkta akıntıların karşılaşması nedeniyle suyun oluşturduğu çalkantılı kısım zıpkınla balık avı için çok umut vadetmişti. Sahilin az içindeki ağaçlık alan gölge için, yakınlardaki düzlükler ve dere yatağı boyunca devam eden sık ağaç örtüsü de yakacak kuru dal parçaları için iyi görünmüştü.
Oracıkta onayı verip, bir sonraki kamp alanı olarak tescillemiştik.
Bu nedenle rotamız Domuzdere oldu. Hem de hafta içi 2 gece ve 3 gün için planladık. Ama bu sefer planlarda bir de ek var.
Domuzdere, ben ve Gökhan içindi ama hemen arkasına gelen hafta sonunu ailece Gökçetepe Kamp alanında geçirmeye karar verdik. Böylece 5 günlük bir kamp ve doğa macerası olacaktı.
Çarşamba sabahı her zaman olduğu gibi erkenden yola çıktık. Hedef belli, alış veriş yapıldı, malzemeler tamam, hızlıca Domuzdere’ye vardık. Araba ile direk sahile kadar inilmediği için, yürüyerek keşfe indik.
Domuzdere Gelibolu yarımadası üzerinde ve boğaz kıyısında daha önce gittiğimiz Kerevizdere’nin hemen yanında. Asfalt yoldan çıkıp tarlalar arasındaki toprak yollardan belli bir noktaya kadar iniliyor. Tüm Gelibolu yarımadasında olduğu gibi burada da Çanakkale savaşının izleri var. Bu küçük koyun iki yanı sırt ve ortası düzlük olduğu için İngilizler kumsala çıkartma yapmış ve şiddetli çatışmalar olmuş. Hatta yol üzerinde bazı şehitlik tabelaları bile var ama şehitlikler görünürde yok, zaten tabelalar da çok eskiydi. Belki de taşınmıştır diye düşündük.
Sahile varıp da yeniden keşif yapınca gördük ki akarsu kurumuş,  arabayla geri dönelim ve daha çok su alalım dedik. Alçıtepe köyüne geri döndük. Suları yüklendik, tabi ağırlığımız artacak, aşağı daha çok malzeme taşımamız gerekecek diye tasalanmaya başladık.
Daha önce Kerevizdere’de yaklaşık 500 metre kadar bir mesafede ki bunun 1/3 i yokuştu, malzemeleri 2 turda getirip götürmek bize zor gelmişti.
Bu sefer aynı şeyi yapmayalım dedik. Üstelik mesafe Kerevizdere’ye göre daha da uzun. Daha az malzeme olsa da ağır oldukları için taşımak zor geldi. Sabahki keşifte sahilde başka bir yol bulmuştuk. Demek ki buraya inen bir yol vardı. Uydu haritalarından yolu takip ederek rotayı belirledik. Böylece kamp alanımıza 100 metre yakına kadar araba ile inebilecektik.
Öyle kolay olmadı elbette. Kolay olan bizimle olmaz zaten…
Çok acayip yollara girdik. Emektar Linea üstüne düşenden fazlasını yaptı. Off-road araçlarının bile zorlanacağı dar, çalılık, ağaçlık, toprak ve taş yollardan geçti. Ta ki Gökhan’ın sabrı tükenip de arabanın sol ön tekerleğini yol kenarındaki bir kaya çıkıntısına vuruncaya kadar. Tekerlek jantı yamuldu ve lastik hava kaçırmaya başladı. Ben lastiği yardın diye bağırırken, o arabadan fırladığı gibi bagajdan küçük baltayı aldı ve baltanın tersiyle janta vura vura düzeltti ve hava sızıntısı durdu. Hemencecik yerleşip de başlayacağımız kampa varmamız uzadıkça uzuyordu. Öğleni çoktan geçmiş, artık öğleden sonraya doğru ilerler olmuştuk.
Linea buradan geçti, ağaçların arasından...
Dedik ya, sabrı tükenmişti Gökhan’ın, bu böyle yürür dedi de sonradan ikna oldu stepneyi takmaya. Onu takarken de az daha arabayı krikodan dingilin üzerine düşürecekti yine sabırsızlık ve aceleden.
Neyse ki daha kötü bir şey olmadı. Sarsıntıdan olsa gerek sadece sol ön cam bozuldu, açılıp kapanmamaya başladı. Sağ salim sahile indik, dere kenarına kadar arabayı götürdük ve kuru dereden geçemeyeceğimiz için sonrasında malzemeleri kamp yerine kendimiz taşıdık.
Man at work...
Sonrası sadece kamp ve doğa dinginliği. Nefis bir kamp alanı, çıtır çıtır yanan ateş, balık avcılığı, güzel bir akşam yemeği ve taze balık…
Bu kampın keşfi ise Gökhan’ın buzluğunun buz kasetleri ile çok iyi iş çıkartıp tüm yiyecek içeceği 2 gün boyunca soğuk ve sağlıklı tutması yanında harika bir kamp sehpası olarak da iş görmesi oldu. Buzluk dediğim öyle markalı piknik ya da dalış buzluğu değil. Üzeri Duck Tape ile kaplanmış bildiğin strafor kutu. 10 numara 5 yıldız.
Taze balık, odun ateşinde ızgara...
Her kamp gecesinde olduğu gibi nefis bir havada yıldız manzarası seyrederken gecenin bir vakti bir motor sesi gelmeye başladı. Dedik ya illa bir şey olması gerek. Geçen sefer orman muhafaza baskına geldi diye gerilmedik değil. Sonuçta milli park… Ama gelen kişi balık adam çıktı. Hem de Gökhan’ın hiç hazzetmediği tiplerden. Sportif değil ticari zıpkın avcılığı yapanlardan ki yasalara aykırı. Gece fener ile yapılıyor av… Böylece balıklar güçlü fenerin ışığında şoka girip hareketsiz kalınca daldan meyve toplamak gibi kolay oluyor zıpkınla avlamak. Karşındaki canlıya bir şans vermediğin av, av değil cinayettir. Gökhan üstü kapalı ve kibarca eleştirdi ama gelen genç adam “işsizim ben de biliyorum ama ne yapayım” deyince, söyleyecek bir şey de kalmıyor. Bir süre sonra çocuk suya girdi ve denizi kurutmaya gitti.
Biz de gecenin, yıldızların, harika ay ışığının ve mehtabın, dalgaların sesinin tadını çıkarttık.

Bir süre sonra çocuk geri geldi. Tabi güçlü fenerinin sudaki yansıması çok uzaktan göründüğü için, “lan onun bir balıkadam olduğunu bilmesek amma telaş olurdu” dedik kendi kendimize… Adam sudan belinde epey bir balıkla çıktı.  Yine de çok katliam yapamamış ya da bizim yanımıza çıkmak zorunda kalacağı yapmamış… Bilemeyiz tabi… Kendisine çay ikram ettik, o da balık vermek istedi… Almadık… Adamı hem eleştir hem balığını ye olmaz tabi… Saat geç olmasa ve balık ertesi güne kalacak olsa belki de olurdu J (prensipleri hemen satan adam).
Neyse gece kazasın belasız bitti… mi acaba?  Nedense bu sefer arka taraftaki çalılık kısımdan biraz tırstık gibi… Bütün gece sesler gelip durdu oradan. Zaten akşamüzeri ve gecenin başında çok yakından çakal sesi geliyordu. Biz de arka tarafta bir lamba astık. Sabaha kadar o kısmı aydınlık tutsun diye…
Neyse yattık, uykuya tam daldık dalacağız o sessizlikte bir gümbürtü koptu… Kafayı çıkartıp bakındık sağa sola ama hareket yok… Bir şey gelip bir şeyleri yıktı ama ne geldi ve neyi devirdi bulamadık… Zaten çıkmadık da çadırdan… Tam dalacağız dışarıdan çadırın üstüne ani bir dev gölge düşmez mi? Aklım çıktı resmen… Meğer o da çadırın kendi örtüsüymüş J Gerçi bu gölge meselesi 1 saniye falan sürdü ama olsun… Bu kadar yeter deyip dönüp zıbardık… Biz uyuduktan sonra da bir şeyler olmaya devam etti dışarda ama hiç yüz vermedik…
Kamp alanı ve hamak
Sonrası harika bir sabah ve mükemmel bir gün… Deniz, güneş, dalış ve balık… 2 gün su gibi geçti… 
Gezinin ikinci yarısına hazırız. Cuma günü normalde öğlen gibi çıkacaktık ama arabayı servise götürmeye karar verip biraz daha erken çıktık yola. Doğruca Keşan oto sanayiye gittik. Önce tekerleği gösterdik, sorun yokmuş… Sonra arabanın altını vurduğumuz yerleri bir ustaya gösterdik… Orada da sorun yokmuş… Çalışmayan camı da yaptırdık. Böylece dönüş yolu boyunca aklımız arabada kalmayacak… Bu işlerin hepsini Keşan oto sanayide hallettik. Oradan Saroz kıyısına döndük. Kamp yerlerini görmek için önce uzaktaki Danişment Kamp Alanına gittik. Ben hiç beğenmedim. Şartlar son derece iptidai ve çok kalabalık. Gökhan’a kalsa üşendiği için yerleşecekti ama ikna oldu ve Gökçetepe’ye gittik. 25 sene önce gittiğimiz Gökçetepe değil elbet ama daha yeni elden geçmiş ve mükemmel bir tesis haline gelmiş. Çadır için bolca alan, kafe, restoran,  bakımlı tuvaletler, günlük ihtiyaçların karşılanabileceği market, deniz girmek için iskele ve eğlenmek için zip-line. Tuvaletler bakımlı, yani orası burası kırık ya da eski değil ama kullanan insanlar insan olmadığı için akşama doğru girilemez hale geliyor. Sabaha temizlenmiş oluyor.
Neyse, Danişment göre 5 yıldızlı olunca hemen bir yer belirleyip çadırları kurduk.  Tam da başka bir ailenin boşalttığı alana denk geldik. 2 çadırı kurduk, bu arada başkaları da geldi ve etrafımız doldu. Bir süre sonra bildiğin çadır kente döndü ortalık… Neyse ki erken gelmişiz de sahile yakın güzel bir yere yerleşmiş olduk. Bu arada etrafta hep düzgün insanlar ve aileler vardı. Hiçbir rahatsızlık patırtı gürültü olmadı.
Eşyaları bırakıp arabayla Keşan’a gittik. Büyük Kipa’dan iki günlük kamp alış verişimizi yapıp yolda olan Mine, Ebru ve Irmak’a yiyecek bir şeyler aldık. Onları 23:30 gibi Keşan otogardan aldık ve yarım saatte kampa döndük.
Kalan iki günü bol bol sohbet ederek ve denize girerek değerlendirdik.

Bir akşam gençlik kampı olarak ayrılmış kısmının girişindeki restorana yürüdük. Alaca karanlıkta gidip zifiri karanlıkta döndük. Dönüş yolunda Mine köpek havlamalarından biraz ürktü ama bir aksiyona denk gelmeden kampa ulaştık.
Temiz ve serin havası, nemden uzak olması ve onca kalabalığa rağmen çok sessiz ve sakin olması Ağustos sıcağında çok güzel iki gece geçirmemize sebep oldu.
Tabi uzun zamandır planladığımız ailece kamp yapma planı da hayata geçmiş oldu.
Sonrası bir klasik… Pazar olup da süklüm püklüm İstanbul’a doğru yola çıkmak… Allah’tan Mine şirket telefonunu kamp yerinde unuttu da birkaç dakikalığını da olsa geri döndük J
Ama kaçılmaz son vuku buldu ve beton ormana tıkıldık yeniden…
En kısa sürede yeniden doğada olmak üzere….




Ağustos 2018





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bozcaada ve tütsülenmiş Burak

Balaban'da trekking

Kındıracı İnönü