Kerevizdere, şimşeklerin yerde çaktığı yer…

Kerevizdere, şimşeklerin yerde çaktığı yer...
Şubatın sonunda Atilla ve Gökhan’la geldiğimiz ve ön keşfini yaptığımız yere haziran ayının ilk hafta sonu gitmeye karar verdik. Atilla hem sağlık nedeniyle hem de özel nedenlerle bizimle beraber olamadı.
Haziranın ilk hafta sonu, Cuma gecesi Bahçelievler’den başladı bu sefer macera. Aslında Kağıthane’den demem lazım çünkü yaklaşık 40 kilo, iki çantayı Bahçelievler’e götürdüm. Orada Gökhan’ı bekledim. Annem Tekirdağ’a yazlık eve “biraz” eşya götürecekmiş, ben de Gökhan’dan rica ettim, hem onu bırakırız hem de gece yazlık evde kalıp sabah erkenden yola çıkarız dedim. O da kırmadı sağ olsun.
Gece yarısına doğru Gökhan geldi, annemin hazırladığı ”biraz” eşyayı ilk gördüğü an bayılacak gibi oldu. Bagaj, arka koltuk, koltuk araları annemin kucağı dâhil her yeri tıka basa eşya doldurup yola koyulduk.
Tekirdağ’a varınca biraz gece yürüyüşü yaptık, ardından da bir şeyler atıştırdık. Yatıncaya kadar saat sabahın 3’ü olmuştu.
Sabah 7’de kalkıp yola çıktık. Gelibolu girişindeki Kipa’dan kamp alışverişimizi tamamlayıp Kerevizdere girişine geldiğimizde saat 10’u geçmişti. Yanımızda hem kamp hem dalış malzemesi olduğundan ¾ ü yokuş yaklaşık 500 metrelik mesafe boyunca belki 80 - 90 kilogram malzemeyi taşıdık. Tamamını bir seferde yolun yarısına kadar indirip oradan iki seferde kamp alanına taşıdık.
Yol, sahile araçların inmesi açılmış için belli ki. Ama yağmur ve sel nedeniyle çökmüş ve içinde insan boyu yarıklar oluşmuş. Devasa boyutta taşlar ve kaya parçaları yolu tamamen kullanılmaz hale getirmiş. Dolayısıyla araçla inmek imkânsız. Tek seçenek yürümek ve tüm yükünüzü aşağı taşımak. Tabi dönerken de yukarı…

Kamp yeri
Hemen kampımızı kurup orada bulduğumuz masaya da kahvaltımızı hazırladık. Daha önce bu alana gelenler etraftaki ağaç ve kereste parçalarından bayağı kullanışlı bir piknik masası yapıp orada bırakmışlar. Doğrusu çok işe yaradı. Kim yapıp bırakmışsa, ellerine sağlık.

Kamp masası ve kahvaltı
 Kahvaltı sonrası Gökhan malzemelerini kuşanıp dalışa gitti ben de kampta ve denizde vakit geçirdim. Yeni aldığım hamağı test ettim, hatta bir saat kadar da kestirdim. Bu hamak Decathlon mağazasında satılan Quechua marka bir hamak, fiyatı oldukça uygun, hafif ve az yer kaplıyor. Doğa yürüyüşü ve kamp yapan herkese tavsiye ederim.
Hamak qeyfy
Kamp ve doğa yürüyüşü gibi aksiyonlarda genelde outdoor ayakkabı veya bot giyilir. Ben de elbette evden öyle çıktım ama yanımda deniz ayakkabısı vardı. Lastik tabanlı, kolay kuruyan ve çorap gibi ayağı saran bir deniz ayakkabısı. Açıkçası çok kullanışlı. Gittiğimiz yer deniz kenarı olduğundan kayalarda yürürken, suya girip çıkarken ve kamp etrafında dolaşırken çok rahat ettim. Hatta çadıra girip çıkarken çıkarması ve giymesi de çok rahat. Eğer uzun yürüyüş yapılmayacaksa ve yaz mevsiminde gidiliyorsa sadece deniz kenarı için, herhangi bir kamp aktivitesinde de rahatlıkla kullanılır. Bu ürünü de Decathlon’dan almıştım. Tabanı yere çok iyi tutunuyor, o yüzden alınan ürünün kalitesi önemli.
Gece bir kamp klasiği olarak ateşin yanında geçti. Kumpir, soğanda yumurta ve Gökhan’ın vurduğu balığı ızgara da pişirip afiyetle yedik.  Bu arada telefondan şampiyonlar ligi finali izlemeyi de ihmal etmedik.
Akşam yemeği
Kumpir herkes tarafından bilinen bir kamp yemeği klasiği. Ancak soğanda yumurta pek bilinmez. Kısaca tarif vereyim. Yumruk büyüklüğünde soğanın üst kısmını keserek bir kapak gibi çıkartın. Sonra içini dolma yapacakmış gibi oyarak çıkartın. Çıkan kısımla salata yapabilirsiniz. Burada kritik konu kabuğu delmeden, olabildiğince ince bırakarak içini oymak. Sonra soğan kabuğunun içine yumurtayı kırıp közün üzerine bırakın. Kestiğiniz kapağı da üzerine koyun. Yerini değiştirmem gerekirse diye yumurtayı kırmadan önce boydan boya bir dal parçasından şiş de geçirdim. Böylece köz geçtiğinde bu dal parçasından tutarak rahatça ateşe yaklaştırıp uzaklaştırabildim.
Kumpir, salata, ızgara balık eşliğinde soğanda yumurta da gecenin yıldızı oldu.
Ateş yoksa kamp da yoktur...

Bir önceki gecenin uykusuzluğuyla erkenden uyuyalım derken müthiş bir fırtına başladı.
Sert bir rüzgâr eşliğin gök gürültüsü şimşekler ve yağmur. Ama nasıl bir gök gürültüsü ve şimşek anlatmak mümkün değil. Yerimiz korunaklı, rüzgârı fazla almıyor, üzerimizde ulu bir ağaç var dalları bizi direk yağmurdan koruyor ama şimşek sanki çadırda çakıyor gök değil de sanki zemin gürlüyor.
Sanki elimizi uzatsak çakan şimşeği tutabilecekmişiz gibi bir görüntü var, o kadar yakınki şimşek çakar çakmaz gök gürlüyor ve zemin sarsılıyor.
Elbette fırtına yavaşlayana kadar uyumadık, artık hava aydınlanmaya başlıyordu ki uyuyabildik. Haliyle de geç uyandık ve o gün yapmayı planladığımız dalış ve yüzme etkinliklerini gerçekleştiremedik.
Balıkadam
Saat 11:00’e doğru anca kahvaltıyı bitirdik. Biraz oyalandıktan sonra Gökhan tekrar dalışa karar verdi, ben de etrafı toparlayıp biraz denize girdim, ama hava kapalı ve yağmur yağdı yağacak görüntüsü nedeniyle eşyaları korumak için kampın üzerini şeffaf örtü ile korumaya almaya karar verip, zamanımı bu geçici çatıyı yaparak geçirdim.
Geçici Çatı
Sonrasında ateş yakıp, ocağı hazırladım ki öğleden sonra yola çıkmadan yemek yiyelim… Gökhan dönünce elinde Mine için güzel bir Karagöz vardı. 1 kilo civarı çeker diye tahmin ettik. Eşyalar zaten kısmen toplanmıştı. Yaktığım ateşte dala geçirilmiş sucuk pişirip ekmek arası yaptık. Çayımızı da içip eşyaları ve balığı iyice paketleyip geçe kalmadan yola çıktık.
Kamp Çadırı
5 saatlik bir yolculuk sonrası İstanbul’a vardık. Neyse ki Pazar tatilcisi trafiği daha pek başlamamıştı da rahat döndük.
Akşam yemeğinde Gökhan’ın o sabah vurduğu Karagöz sofranın assolisti oldu…
Sıradaki hedef, Gökçeada veya Saroz kampı. Hadi bakalım… Kısmet…
Haziran 2017



Kamp kurlumu



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bozcaada ve tütsülenmiş Burak

Balaban'da trekking

Kındıracı İnönü