Heybetli dağın gölgesinde masum bir göl

     Büyük bir özlem benimkisi, dinmiyor, gittikçe artıyor… Doğa beni çağırıyor, kurtulamıyorum zincirlerimden bir türlü, defalarca deniyorum olmuyor… Hep bir sıkıntı hep bir sorun, ya ben hastalanırım ya da yol ortağım, ya bir cenazeye katılmak gerekir ya da bir düğüne… Ama o ses zihnimin derinliklerinden çağırmaya hep devam eder…

Yalnız Ağaç
     Bir yıldan fazla olan İğneada gezisinin üzerine iptal olan en az 5 geziden sonra artık umutlar azalmaya başlamışken küçük bir arkadaş toplantısında başladı her şey…  “Ah keşke doğa sporu ve kamp merakınız olsa neler yapardık beraberce” diye başlayan konuşma “e bir deneyelim bari ile” devam edip “ne zaman gidiyoruz” ile şiddetlenip “iki hafta sonra gidelim” ile tamamlandı…

     Geçen o iki hafta boyunca bayramda hediye alan masum çocuklar gibi sırıtarak dolaştım hep bir korku ile, ya yine iptal olursa diye… Gözüm sürekli hava durumu raporlarında ya yağmur yağarsa diye…

     Hiçbir şey ters gitmedi de o güzel gün geldi… Malzemeler temizlendi kontrol edildi, kardeşimden fazla malzemeler alındı ve 4 kişi için yeterli ve hatta fazla malzeme ben ve diğer ekip üyemiz Eko tarafından toparlandı…

     Ekip üyelerimiz Yasemin, Cemre, Eko ve ben sabah saatlerinde toplanıp çıktık yola…
Sülüklü Göl
     Rota Sülüklü Göl… Bolu ili Mudurnu ilçesi sınırlarında Tavşansuyu köyünden 9 km güneyde volkanik bir göl… İstanbul’dan gelirken TEM otoyolu Akyazı gişelerinden otoyoldan ayrılmak gerekiyor.  Ama sırf akşam kamp ateşinde güzelce köfte ve sucuk pişirelim diye Bolu dağına, Cafer Usta’ya kadar gidiyoruz. Fazladan 130 km yol yaparak Bolu Dağı’na kadar gidip geri geldik ve Akyazı gişelerinden çıkış yaptıktan sonra Mudurnu tabelaları takip edilerek Akyazı dahil birkaç yerleşimden geçtikten sonra Tavşansuyu köyüne vardık. Köyün hemen girişinde Sülüklügöl Tabiat Parkı tabelaları var. Başlangıçtaki 2-3 km bozuk asfalttan sonra yol daralıp stabilize yola dönüşüyor. Yer yer çukurların sert virajların olduğu, bir yanında dere akan vadi yolundan yavaş yavaş tırmanıyoruz. Derenin suyu yukarı tırmandıkça azalıyor ve sağımızda kalıyor. Yol boyunca beliren birkaç Alabalık Çiftliği, oldukça bakımsız ve çirkin görünen birkaç bina bile doğanın güzelliğini gölgeleyemiyor.

     Sonunda Sülüklü Göl’e ulaşıyoruz. Etrafı yüksek tepelerle çevrili bir krater gölü Sülüklü Göl. Tektonik hareketler ve depremler sonrası oluşan çöküntüye su dolması ile oluşmuş. Güney kısmında yüksek bir tepe var ve göle inen dik yamaçlar nedeniyle daha çok batı ve kuzey kısmında kamp yapılacak uygun yerler var. Zaten tabiat parkı olduğu için küçük bir giriş, tuvaletler ve ahşap piknik masaları mevcut. Göle yakın bir noktada bir de çeşme var, içilebilir temiz su kaynağı sağlıyor… Yeterli miktarda çöp kutusu da var etrafta… Doğa harika, sonbaharın güzelliği hiç sakınmadan tüm güzelliğini sunmuş Sülüklü Göl’de… Etraftaki tepeler ağaçlar ile kaplı. Sarı, mor, yeşil ve kızıl renkler bürümüş tepeleri…  Doğu yönünde bir yar var, zamanında toprak kaydığı için o bölge beyaz ve sarı renklerde parlıyor, özellikle gün batımında yeşilin içine harika bir kontrast ekliyor… Gölün içinde çöküntü oluşmadan önce orada yaşayan ağaçların gövdeleri hala duruyor. Üzerinde dal ve yaprak kalmasa da sanki gölün kalbine saplanmış birer ok gibi orada duruyorlar…
Sülüklü Göl ve Batı Kıyısı
     Göl kenarından biraz uzak hafif düz bir tepelik alana yerleşmeye karar veriyoruz…

     Eylülün sonu olduğundan ve hafta boyunca şiddetli yağmur yağmasından dolayı endişeli çıkmıştım yola. Zemin çok ıslak olursa kamp kurmak ve yakacak odun bulmak çok zor olacaktı… Zemin çok ıslak değildi, koruyucu ince naylon ile zemin ile çadırların bağlantısını kesip, çadırları kurduktan sonra odun aramaya başladık… Odun bulmak neredeyse imkansız, gelen herkes etraftan yakacak kırık dalları ve çalı çırpıyı topladığı için yeterli miktarda bulmak kolay değil. Olan da öyle ıslak ki yakmak neredeyse imkansız. Zaten yağmurdan ıslanmış olan çalı çırpı, yeterince kurumuş da değildi…

     Doğada ateş yakabilmek için kuru oduna ihtiyacınız var. Bulduğunuz çalı çırpıyı hafifçe esnettiğinizde eğer çıt diye kırılıyorsa kurudur, eğiliyorsa hala yaş bir dal parçasıdır ve yağmur altında ıslanmamış olsa dahi yakması çok kolay değildir… Eğer bir daha Sülüklü Göl’e gidilecekse, yol üzerinden yakacak odun almak iyi bir fikir olabilir…

Kamp Ateşi
     Piknik masamıza harika bir sofra kurup yemeğimizi yedik. Bütün gece çadır etrafında yaktığımız ateşi beslemek ve canlı tutmakla uğraştık.

     Elbette göl kenarında bir gece yürüyüşü yapmadan olmazdı. Doğada geçirilen bir hafta sonu eğer bir gösteri ise o gösterinin assolisti tartışmasız yıldızlardır. Aysız bir geceydi. Etrafta en ufak bir ışık kirliliği olmadığı için dağların siyah gölgesinin hemen tepesinden başlayan yıldız gösterisi diğer tepenin üzerine kadar devam ediyordu. Göl üzerindeki ince sis tabakası ve etraftaki birkaç kamptan gelen kamp ateşi dumanı, gelen zayıf yıldız ışığını göl üzerinde öyle güzel yansıtıyordu ki bu nefes kesici manzara karışında insan sabaha kadar oturup gökyüzünü seyretmek istiyordu… Hele zamanla gözler karanlığa iyice alışınca o kadar çok yıldız görmeye başlıyorsunuz ki sanki başınızın üzerine yaldızlı bir örtü çekmiş de olun atında uzanmış gibi hissetmeye başlıyorsunuz…
Keşke dedik, yazın gelsek de sabaha kadar yıldızların altında uzanıp gökyüzünü seyredebilsek…
Sonunda soğuğun dişlerinde uykunun kollarına bıraktık kendimizi. Isıran soğuk izin verdiği ölçüde uyuduk çadırlarımızda…

Mükemmel Kamp Sofrası
     Sabah 7 civarı hava iyice aydınlanınca kalkıp kahvaltımız ettik ve eşyalarımızı toparlayıp kamp alanını temizledik. Etrafa yeterli çöp kutusu olmasına rağmen ne yazık ki her yerde çöpler gözünüze çarpıyor. Biz en ufak bir artık bile bırakmamaya özen gösterdik. Yavaş yavaş piknikçiler gelmeye başladığı için eşyaları arabaya yerleştirip etraf iyice kalabalıklaşmadan göl etrafında küçük bir yürüyüş yapmaya karar verdik. Gölün batı ucunda dik yarların suya indiği noktada gölü besleyen bir dere var. Üzerine birkaç kütük de devrilmiş, köprü görevi görsün diye… Ne yazık ki dere kurumuş. Onca yağan yağmura rağmen dere yatağından hiçbir su belirtisi yoktu. O dere yolu takip edilerek çevre tepelerin üzerinde olduğu söylenen yaylalara çıkmak mümkünmüş… Aslında gölün etrafındaki tepelerin hepsi birer yaylaya ulaşıyor. Gölün etrafında yeni yeni gelmeye başlayan piknikçilerin yanında balık tutanlarda vardı. Sportif balıkçılık için bir engel yok gibi ama genel kural tüm milli parklarda ve tabiat koruma alanlarında avcılık yasaktır… Birkaç balık için kimse ses çıkartmıyor sanırım… Ben de niyetlenmiştim aslında ama pek zaman ayıramadım… Göle ismini veren sülükler artık yok. Kırmızı benekli Abant alabalığı ve Sazan balığı varmış gölde… Konuştuğumuz balıkçılar birkaç tane tuttuklarını söylediler…

Sabah Toplantısı
     Piknikçilerin tahribatına ve gürültüsüne daha fazla maruz kalmamak için öğle saatlerinde yola koyulduk… Küçük bir moladan sonra dünya beton rezervlerinin %75’ini barındıran dünya güzeli canım İstanbul’a geri dönüp, kendimizi insanı hem kendi doğasından hem de doğanın kendisinden koparan girdaba bıraktık…

     Bir sonra ki gezinin hayalleri yoldaşımız oldu.

     Peki doğanın o çağrısı dindi mi?

     Asla…

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bozcaada ve tütsülenmiş Burak

Balaban'da trekking

Kındıracı İnönü